Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davalının müvekkili şirketin ortağı olduğunu, bu hisselerin şirket çalışanı olan davalıya daha iyi çalışması için verildiğini, ancak davalının yöneticilik yaptığı dönemde yetkilerini kötüye kullanması nedeniyle iş akdinin haklı nedenlerle feshedildiğini, bunun üzerine davalının müvekkili aleyhine dava açtığını, iş akdi feshedilen diğer personeli de örgütlemek suretiyle şirket aleyhine davalar açılmasına sebep olduğunu, davalının toplantılara katılmadığını, sermaye koyma borcunu yerine getirmediğini, şirkete borçları bulunduğunu, davalının ortaklıktan çıkarılması için haklı sebeplerin oluştuğunu ileri sürerek, ... 551/3-4 maddeleri gereğince davalının muhik sebeplerle ortaklıktan çıkarılmasını talep ve dava etmiştir....
Davalı, sermaye koyma borcu bulunmadığını, ortaklıktan çıkarılma kararının yerinde olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; davalıya esas sermaye borcunu ödemesi için ihtar çekilip 7 gün süre verildiği ancak çekilen ihtarın ve verilen sürenin yasaya uygun olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir....
ye sattığı ancak bu işlemle ilgili kayyım onayı alınmadığı gibi satışa ilişkin herhangi bir belgenin de sunulmadığı belirtilmiş, yine .....Ş.'nin, sermaye artışı yaparak, ....'ye sermaye artışının bir kısmını borcuna istinaden, kalan kısmını aynı şirket adına sermaye taahhüdü olarak defterlerine kaydettiği, bu işlemler ile ilgili de kayyım onayı alınmadığı gibi işleme ilişkin herhangi bir belgenin de sunulmadığı belirtilmiş, yapılan bu işlemlerin şirketlerin borca batıklık durumunu değiştirebileceği beyan edilmiştir. Bozma kararı sonrası alınan kayyım raporunda da bu doğrultuda, davacı grup şirketlerin toplamda öz varlıklarında olumlu değişimin sebebi olarak az yukarıda belirtilen işlemler gösterilmiş, işlemler ile ilgili belgenin bulunmadığı, sermaye artışının tescil ve ilan edilmediği, işlemlerin sadece muhasebe kayıtlarında olduğu ve kendilerinden onay alınmadığı rapor edilmiştir. Bu durumda, mahkemece, ....'...
eşyanın” ifadesinin, el konulan eşyaya ilişkin muhafaza süresinin hesaplanmasına ilişkin bir hüküm olup, el konulan eşyaya ilişkin el koyma tarihinden sonra doğan masrafların gümrük idaresince karşılanmasının bir koşulu olmadığını, söz konusu hükmün, sahibine iadesine karar verilen eşya hakkındaki kararın ilgiliye tebliğinden itibaren 30 günlük sürenin de muhafaza süresi sayılmasını ve bu süreye tekabül eden ücretlerin hesaplanmasını düzenlediğini, 4- El konulan eşyaya ilişkin el koyma tarihinden sonra doğan masraflarla alâkalı mevzuat hükümlerinin son derece açık olmasına rağmen, yerel mahkemece, nihai karar verilmemesi gerekçe gösterilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmesinin hukuka aykırılık teşkil ettiğini, 5- Yine, dava kapsamında alınan bilirkişi raporunda, davacı’nın, davalı’ya kesmiş olduğu ardiye ücretinin piyasa rayiçlerine uygun olduğu, 5607 sayılı Kanun’un “elkonulan ve alıkonulan her türlü eşya, depolanması, yüklenmesi, boşaltılması, nakliyesi elkonulduğu andan itibaren...
eşyanın” ifadesinin, el konulan eşyaya ilişkin muhafaza süresinin hesaplanmasına ilişkin bir hüküm olup, el konulan eşyaya ilişkin el koyma tarihinden sonra doğan masrafların gümrük idaresince karşılanmasının bir koşulu olmadığını, söz konusu hükmün, sahibine iadesine karar verilen eşya hakkındaki kararın ilgiliye tebliğinden itibaren 30 günlük sürenin de muhafaza süresi sayılmasını ve bu süreye tekabül eden ücretlerin hesaplanmasını düzenlediğini, 4- El konulan eşyaya ilişkin el koyma tarihinden sonra doğan masraflarla alâkalı mevzuat hükümlerinin son derece açık olmasına rağmen, yerel mahkemece, nihai karar verilmemesi gerekçe gösterilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmesinin hukuka aykırılık teşkil ettiğini, 5-Yine, dava kapsamında alınan bilirkişi raporunda, davacı’nın, davalı’ya kesmiş olduğu ardiye ücretinin piyasa rayiçlerine uygun olduğu, 5607 sayılı Kanun’un “elkonulan ve alıkonulan her türlü eşya, depolanması, yüklenmesi, boşaltılması, nakliyesi elkonulduğu andan itibaren...
Ayni sermaye olarak konabilecek mal varlıkları TTK'nın 342. maddesinin birinci fıkrasında belirtilmiştir. Bu maddede; “Üzerlerinde sınırlı ayni bir hak, haciz ve tedbir bulunmayan, nakden değerlendirilebilen ve devrolunabilen, fikrî mülkiyet hakları ile sanal ortamlar da dâhil, mal varlığı unsurları ayni sermaye olarak konulabilir. Hizmet edimleri, kişisel emek, ticari itibar ve vadesi gelmemiş alacaklar sermaye olamaz.” düzenlemesine yer verilmiştir. Aynı kanunun 343. maddesinde ise; “Konulan ayni sermaye ile kuruluş sırasında devralınacak işletmelere ve ayınlara, şirket merkezinin bulunacağı yerdeki asliye ticaret mahkemesince atanan bilirkişilerce değer biçilir....
Mahkemece tüm dosya kapsamına göre, davacı tarafın davalı şirketin ortaklarından olduğu, sermaye koyma borcunu yerine getirmediği, davacıya noter marifetiyle gönderilen ihtarnamelerin TTK 408. maddesindeki şartları haiz olduğu, davacıya çıkarılan ihtarların usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, hakkında açılan iflas davasının reddine karar verilen davalı şirketin, sermaye artırım kararının davacıyı ızrar etmek kastı ile kötüniyetle aldığına dair bir kanaat oluşturacak inandırıcı delil ibraz edilemediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. 1- Dava, davacı tarafın sermaye artırımından doğan ortaklık haklarından mahrum bırakılmasına (ıskat) ilişkin yönetim kurulu kararının iptali istemine ilişkindir. Anonim ortaklıklarda, pay sahibinin borcu, taahhüt ettiği payların karşılıklarını ifaya yöneliktir. Bu ilke, hem nakdi, hem de ayni sermaye taahhüdü için geçerlidir....
nun sermaye koyma borcunu yerine getirdiğini ispatlayamadığı, davacı/karşı davalının şirketten çıkarılması için haklı nedenlerin mevcut olduğu, sermaye koyma borcunu yerine getirmeyen davacı/karşı davalının kardan pay talep edilemeyeceği ve payını karşılığını da talep edemeyeceği, davacı/karşı davalının mal varlığında bir azalma olduğunu delillerle ispatlayamadığından bu nedenle haksız fiile dayalı tazminat talebinde de bulunamayacağı gerekçesiyle, davacı karşı davalı tarafından davalı karşı davacılar aleyhine açılan şirketten çıkarılmaya izin verilmesi talebinin kabulüne, diğer taleplerin reddine, karşı dava açısından ise, davacı karşı davalı vekilinin şirketten çıkma talebinin kabul edilmiş olması nedeniyle karşı davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle karşı dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir....
Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda kabul edilen alacak kalemi, davacının şirkete sermaye borcu ödemesi nitelendirmesiyle yaptığı 50.000,00 TL’lik havaledir. 6102 Sayılı TTK’nın 480/3 hükmüne göre, pay sahipleri sermaye olarak şirkete verdiklerini geri isteyemezler. Buna göre, davacının gönderdiği 50.000,00 TL’den teyit edilen sermaye borcunun düşümü ile kalan bakiye tutarda davalı şirketin sebepsiz zenginleştiği anlaşılmaktadır. Söz konusu sermaye borcuna ilişkin ise hükme esas alınan bilirkişi raporunda 6.875,00 TL olduğu tespiti yapılmış, ancak davalı tarafça tespite karşı yapılan itirazlar hüküm yerinde tartışılmamıştır. Bu durumda öncelikle düşülecek sermaye borcunun 16.875,00 TL mi yoksa 6.875,00 TL mi olduğu tereddüte yer bırakmayacak biçimde saptanmalıdır....
Ödenmemiş sermaye borcu olan bir şirketin iyileştirme projesi ciddi ve inandırıcı sayılamaz. Nitekim kök raporda bu husus ifade edildiği gibi ek raporda da her iki şirketin ödenmemiş sermaye borçlarının bulunduğu, bu nedenle iflâs ertelemenin koşulları arasında yer alan alacaklıların haklarının korunması yönüyle bir incelenme yapılmasına mahal olmadığı belirtilmiştir. Bu tespitler çerçevesinde özel ve teknik bilgi gereksinimi nedeniyle başvurulan bilirkişi raporuna aykırı karar verilmesi doğru değildir. Her ne kadar son kayyım raporunda şirketlerin ödenmemiş sermaye borçlarının bulunmadığı belirtilmişse de söz konusu sermaye koyma borçlarının ne suretle ödendiğine dair Yargıtay denetimine elverişli bir açıklama ve belge bulunmamaktadır. Bu durumda bilirkişi kök ve ek raporlarındaki tespit ve değerlendirmeler üzerinde durularak bir karar verilmesi, gerekirse bu konuda aynı heyetten ek rapor alınması gerekirken, yazılı şekilde iflâs erteleme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır....