Davacı vekili sunduğu istinaf dilekçesinde feragat beyanının irade bozukluğu ile verildiğini ileri sürerek feragatin iptal edilmesini ve kararın kaldırılmasını talep etmiştir. HMK’nın 311/1 hükmünde feragatin kesin hüküm gibi sonuç doğuracağı hükme bağlanmıştır. Feragatin geçerliliği karşı tarafın muvafakatine bağlı değildir. Bu nedenle feragatten vazgeçmek yasal olarak mümkün değildir. Ancak HMK’nın 311/1 hükmünün 2. cümlesine göre irade bozukluğu hallerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir. Ne var ki, irade bozukluğu hallerinin bulunup bulunmadığı hususu dar yetkili icra mahkemesinde incelenemez (Yargıtay 12. HD 2014/17708 E, 2014/22306 K; Yargıtay 12.HD 2014/5535 E, 2014/9016 K; Ankara BAM 18.HD 2021/1698 E, 2021/2103 K; İzmir BAM 12.HD 2020/2257 E, 2021/1637 K; İstanbul BAM 21.HD 2020/1943 E, 2020/2386 K)....
Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir ( Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. b., Ankara 2017, s. 392 ). İrade bozukluğu halleri Türk Borçlar Kanunu’nun 30 ila 39. maddeleri arasında “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir. İrade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise, irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülmüş ve bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır. Yanılma ( hata ); iç irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uygunsuzluk halidir. Diğer bir anlatımla hata, bir hukuki işlem yaparken irade beyanında bulunan kimsenin düşünmediği, arzu etmediği bir husus için istemeyerek iradesini beyan etmesidir....
Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın (yanılmanın) esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (sübjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi TBK'nin 35. (BK'nin 25.) ve TMK'nin 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir....
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def'i veya dava yoluyla da kullanılabilir....
Kullanılan bu haktan ancak irade bozukluğuna bağlı olarak TBK'nın 39. maddesindeki bir yıllık hak düşürücü süre içinde dönülebilir. Nitekim HMK 311 ''Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi sonuç doğurur. İrade bozukluğu hallerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.'' diyerek, yenilik doğurucu hakka ilişkin ilkeyi kanuna taşımıştır. Yenilik doğurucu hak kullanılmakla tükenir ve irade bozukluğu dışında geri dönülmesi düşünülemez. İrade bozukluğu talebi dava sonuçlanmamış ise ait olduğu dava dosyasında hadise şeklinde, dava sonuçlanmış ve kesinleşmiş ise TBK 39'daki hak düşürücü süre içinde ayrı bir dava olarak incelenip karara bağlanır....
Bilindiği üzere, hile(aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun(TBK) 36/1.(818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma(hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili(makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir....
Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir. Somut olaya gelince; ...27.Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 20.09.2011 tarihinde kesinleşen 2011/256 Esas 2011/3 Karar sayılı ilamı ile anılan şirketin iflasına karar verildiği davacının hileli işlemi ögrenme tarihinin davalı ...'in sahibi olduğu şirketin iflas tarihi olup dosya kapsamında başkaca aksi yönde bir delil bulunmadığı halde mahkemece satışın yapıldığı tarih olan 5.3.2007 tarihinin öğrenme tarihi olarak kabul edilmiştir. Hal böyle olunca; davanın süresinde açıldığı gözetilerek işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir. Davacıların temyiz itirazları yerindedir....
Kabul, davayı sona erdiren usul işlemi olmasının yanı sıra aynı zamanda davalı, davacının istemiş olduğu hakkın varlığını da kabul ettiğinden bir maddi hukuk işlemidir (Kuru, s. 3677). Davayı kabul, her şeyden önce bir usul işlemi olduğundan, kabulün şartları ve etkileri usul hukuku bakımından düzenlenir. Davayı kabulden söz edilebilmesi için dört koşulun bir arada bulunması gerekir. Bunlardan ilkini; davalı tarafından mahkemeye yöneltilmiş bulunan tek taraflı ve varması gereken bir irade beyanının mevcudiyeti oluşturur. Bu irade beyanının kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları doğurabilmesi mahkeme veya davacı tarafından kabul edilmesine bağlı değildir. Diğer bir koşul, davayı kabule ilişkin irade beyanının, kayıtsız, şartsız ve açık olması gereklidir (6100 s. HMK m. 309/4). Usul işlemleri kural olarak şarta bağlı olarak yapılamayacağından, şarta bağlı olarak bir kabul beyanında bulunulmuş ise, davalının bu beyanının davayı kabul olarak nitelendirilmesi mümkün değildir....
Bunun yanında, hakimin tarafları bizzat dinlemesi, boşanma konusundaki irade beyanlarının serbestçe açıklandığına kanaat getirmiş olması ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca yapılan düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Somut olayda hakim tarafları bizzat dinlediğine, tarafların boşanma konusunda ki irade beyanlarının serbestçe açıklandığına ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca yapılan düzenlemenin uygun olmadığına ilişkin bir iddia da ileri sürülmediğine göre, davalının “davayı kabulü” hukuki sonuç doğurur. Bu şartlara uygun kabul, tarafları da hakimi de bağlar. Böyle bir durumda artık anlaşmalı boşanmaya vücut veren “irade beyanından” dönülemez....
Bu şartlara uygun kabul, tarafları da hakimi de bağlar. Böyle bir durumda artık anlaşmalı boşanmaya vücut veren “irade beyanından” dönülemez. Kanun ve usul hükümlerine uygun olarak tarafların boşanma ve fer'ilerinde irade birliğine dayanan bir boşanma kararı, karara esas alınan irade beyanındaki (hata, hile ve ikrah gibi) sakatlık hallerinin varlığı, bu hususta ciddi delillerin gösterilmesi durumunda veya protokol şartlarında kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırılık halinde ya da protokol şartlarına aykırı hüküm verilmesi durumunda (bu son halde de, aykırılığın ilişkin olduğu konuda) bozulabilir. Sayın çoğunluk, “davacının, hüküm kesinleşinceye kadar irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmadığını, kararın temyiz edilmesiyle anlaşmalı boşanma hükmünün bütünüyle geçersiz hale geleceğini” kabul etmektedir. Bu görüşe yukarıda açıklanan sebeplerle katılma olanağı yoktur....