Davacı bu sözleşme kapsamında fuara katılma bedelinin 25.692,77 TL olarak belirlendiğini, müvekkilinin 31.01.2020 tarihinde 8.500 TL, 25.02.2020 tarihinde 8.500 TL olmak üzere toplam 17.000 TL'sini davalı şirkete banka havalesi suretiyle ödediğini, 25.03.2020 tarihinde ödemesi gereken 8.692,77 TL'sini ise ortaya çıkan koronavirüs nedeniyle alınan tedbir sonucu fuarın iptal edilmesi üzerine ödemediğini, fuarın iptal edilmiş olmasına rağmen davalının ödedikleri bedeli iade etmediğinden bahisle bu bedelin iadesi talebi ile iş bu alacak talebinde bulunmuş olup davalı Fuarın iptal edilmediğini ertelendiğini, kaldı ki sözleşmenin 2. Maddesinde fuar tarihinin değiştirilmesi hususunun davacı tarafça kabul edildiğini bu nedenle bedelin iadesini talep edemeyeceği yönünde savunmada bulunmuştur. Burada irdelenmesi gereken taraflar arasındaki sözleşmenin 2....
Bilindiği üzere iptal davaları ile idari işlemlerin hukuka uygunluğu denetlenir ve böylece idarenin hukuk alanı içinde kalması, bu alan içinde hareket etmesi amaçlanır. İdari yargı yerlerince verilen iptal kararları ile hem iptal edilen idari işlemle hukuk alanı dışına çıktığı saptanan idare yeniden bu alan içine alınmış olur, hem de menfaati ihlal edilen ve bu nedenle dava açan ilgili eski hukuki durumuna geri gelerek iptal kararından somut olarak yararlanır. İptal davalarının bu amacı ve kişiler yönünden doğurduğu sonuçlar gözönünde bulundurularak gerek öğretide gerekse Danıştay kararlarında, iptal davası açılabilmesi ve davanın görülebilmesi için davacının iptali istenilen işlemle menfaatinin ihlal edilmesi yeterli sayılmaktadır. Her ne kadar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 4001 sayılı Yasanın 1....
nin davalılar ... aleyhine açtığı davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmiş, davalı ... aleyhine açtığı davanın ise kabulü ile pay oranında davacı ... adına iptal tescile karar verilmiştir. Somut olayda davacı ..., 05.07.2012 tarihli dilekçesi ile davalılar ... hakkındaki davasından feragat etmiş, mahkemece adı geçen davalılar bakımından feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de, davacı ... temyiz dilekçesinde, okuma yazma bilmediğini, davalılar tarafından iradesinin sakatlandığını, feragat dilekçesinin işleme alınmaması gerektiğini, bu hususta tanıklarının bulunduğunu belirtmiştir. Bilindiği üzere, davacının davasından feragat etmesi ile dava konusu uyuşmazlık sona erer, kesin hükmün hukuksal sonuçları doğar (HMK m.311.). Bu nedenle mahkeme henüz feragat nedeniyle davanın reddine karar vermemiş olsa bile davacı feragatten dönemez (rücu edemez) başka bir ifadeyle davacı, feragat beyanı ile bağlıdır....
Dava; hata ve hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. İç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (sübjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur....
Bu irade beyanının kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları doğurabilmesi mahkeme veya davacı tarafından kabul edilmesine bağlı değildir. Diğer bir koşul, davayı kabule ilişkin irade beyanının, kayıtsız, şartsız ve açık olması gereklidir (6100 s. HMK m. 309/4). Usul işlemleri kural olarak şarta bağlı olarak yapılamayacağından, şarta bağlı olarak bir kabul beyanında bulunulmuş ise, davalının bu beyanının davayı kabul olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Davalının, davanın kabulüne ilişkin davayı kabul eden irade beyanının, kayıtsız, şartsız olmasının yanı sıra, açık ve tereddüte yer vermeyecek bir biçimde kesin olmalıdır. Zımni olarak davayı kabul de mümkün değildir (Kuru, 3692-3694). Diğer taraftan, davalının kabule ilişkin irade beyanının davacının talep sonucunu konu alması gerekir. Davalı sözü edilen irade beyanı ile davacının dava dilekçesinin talep sonucu kısmına rıza gösterir....
Kabul, davayı sona erdiren usul işlemi olmasının yanı sıra aynı zamanda davalı, davacının istemiş olduğu hakkın varlığını da kabul ettiğinden bir maddi hukuk işlemidir (Kuru, s. 3677). Davayı kabul, her şeyden önce bir usul işlemi olduğundan, kabulün şartları ve etkileri usul hukuku bakımından düzenlenir. Davayı kabulden söz edilebilmesi için dört koşulun bir arada bulunması gerekir. Bunlardan ilkini; davalı tarafından mahkemeye yöneltilmiş bulunan tek taraflı ve varması gereken bir irade beyanının mevcudiyeti oluşturur. Bu irade beyanının kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları doğurabilmesi mahkeme veya davacı tarafından kabul edilmesine bağlı değildir. Diğer bir koşul, davayı kabule ilişkin irade beyanının, kayıtsız, şartsız ve açık olması gereklidir (6100 s. HMK m. 309/4). Usul işlemleri kural olarak şarta bağlı olarak yapılamayacağından, şarta bağlı olarak bir kabul beyanında bulunulmuş ise, davalının bu beyanının davayı kabul olarak nitelendirilmesi mümkün değildir....
Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın (yanılmanın) esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (sübjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi TBK'nin 35. (BK'nin 25.) ve TMK'nin 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir....
Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan halanın (yanılmanın) esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (sübjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi TBK'nun 35. ve TMK'nun 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir....
Kabul beyanında bulunan kişi tasarruf yetkisi olmayan bir konuda irade açıklaması yapmışsa kabul beyanı hüküm ve sonuç doğurmaz. Somut olayda; davalı köye Mera Komisyonunca Hazinenin özel mülkü olan 805 parselin intifa hakkı tahsis edilmiştir. Tahsiste köyün hukuki yararı bulunduğu açıktır. 442 sayılı Köy Kanununun 37/7. maddesi uyarınca köy muhtarı köy işlerinde hem davacı, hem de hasım olarak mahkemede temsil yetkisine haiz ise de, köyün aleyhine sonuç meydana getirecek bir irade açıklamasıyla davayı kabule mezun değildir. Mahkemece 442 sayılı Köy Kanununun emredici hükmü göz ardı edilerek davalı köy muhtarının dava konusu üzerinde tasarruf yetkisi varmış gibi kabul beyanına dayanarak davayı kabul etmesi açıklanan nedenle yasaya aykırıdır....
Mahkemenin, “ “dava konusu taşınmaz ve traktörün muris tarafından davalıya temlikinin bedelsiz, muvazaalı ve mirastan mal kaçırma amaçlı olduğunun belirlendiği” ” gerekçesiyle “ “davanın kabulü ile, dava konusu 87 ada, 83 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının ve 57 .. 102 plaka sayılı traktörün trafik kaydının davacıların payları oranında iptal ve tesciline” ” dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, “ “menkul mallarda muvazaalı satışın olamayacağı yerleşik Yargıtay içtihatları ile kabul edilmekle birlikte, Karayolları Trafik Kanunu'nun 20. maddesi göz önünde bulundurulduğunda araç alım satımlarının bu durumun istisnalarından biri olarak kabul edilmesi gerektiği, zira Karayolları Trafik Kanununun 20/d maddesinde tescile tabi olan araçlar için getirilen Noterden devir zorunluluğunun ispat şartı olmayıp sıhhat şartı olduğu, trafiğe kayıtlı araçlar yönünden muris muvazaası hususu kabul edilmese dahi Borçlar Kanunun 18. maddesi doğrultusunda...