Ayrıca davacının ---- faaliyet göstermesi nedeniyle davalının tecavüzü nedeniyle davacının elde edemediği gelirin ne kadar olacağının belirlenmesi mümkün olmadığından,---- uyarınca Mahkememizce takdir edilmiş, markaya tecavüzün devam ettiği süre, daha önce taraflar arasında sözleşme yapılmış olması nedeniyle davalının kusur durumu, davacının markalarının yalnızca --- yerinde kullanılıyor olması, markaların tanınma ve bilinme derecesi, davacının bu dönemde elde ettiği net karı dikkate alınarak ---maddi tazminatın ve aynı nedenlerle--- manevi tazminatın da hakkaniyete uygun olduğu sonucuna varılarak, davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine, Davalının davacı adına tescilli ----- kullanmak suretiyle davacının marka hakkına tecavüz ettiğinin ve haksız rekabette bulunduğunun tespitine, marka hakkına tecavüzün ve haksız rekabetin önlenmesine, davalının fiziki ya da sanal ortamda marka ihlaline ve haksız rekabete konu eylemlerinde vasıta olarak kullandığı------- kullanmasının yasaklanmasına,...
alınarak müvekkiline ödemesine karar verildiğini, Bulgaristan ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 2 Eylül 1975 tarihinde "Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan arasında Hukuki ve Ticari Konularda Adli Yardım Sözleşmesi" imzalandığını, bu anlaşma 28 Ekim 1978 tarihinde yürürlüğe girdiğini, ilgili maddeden anlaşıldığı üzere mahkeme kararlarının tenfizinin mümkün olduğunu, ayrıca Bulgaristan , Newyork Sözleşmesine taraf olduğundan yabancı mahkeme ilamlarının tanınması ve tenfizinin mümkün olacağını, sözleşme maddeleri hükümlerince Bulgaristan vatandaşı olan davacı Türkiye Cumhuriyeti'nde açmış olduğu davaların harç ve teminattan muaf olduğunu, Anayasa M.90'a göre de Uluslararası Anlaşmalar iç Hukukumuza doğrudan uygulanabileceğini, Bulgaristan Mahkemeleri tarafından verilmiş kararların Türkiye'de tanınması ve tenfizi için bu anlaşmaya dayanılarak karşılıklılık söz konusu olduğunu belirterek 1218/2018 numaralı Loveç Bölge Mahkeme ilamının Türkiye'de de geçerli olabilmesi için mahkeme tarafından tanınma...
Ancak markanın kullanım veya tanınma yoluyla da korunabileceği haller de mevcuttur. Tescil ilkesinin en önemli istisnası ise “gerçek hak sahipliği” ilkesidir. Buna göre 3. kişilerin sahibi bulunduğu bir markayı kendi adına tescil ettiren kişinin korumadan yararlanması mümkün değildir. Kişinin önceden kullandığı markasını sonradan tescil ettirmesi durumunda bu tescil açıklayıcıdır. SMK sisteminde özellikle m.6/3, m.6/4 ve m.6/6 hükümleri dikkate alındığında işaret üzerindeki hakkın tescilden önce doğması halinde, önceki hak üstün tutulmaktadır. Tescilsiz bir markanın işaretin, ticaret unvanının eskiye dayalı kullanım yoluyla bu marka, işaret, unvan üzerinde hak sahibi olan kimsenin bu markayı tescil ettirenin tescil başvurusunu engelleme veya tescil gerçekleşmiş ise hükümsüzlüğü için talepte bulunma yetkisi mevcuttur....
.---------- Müdürlüğü'nün 22/11/2022 tarihli yazısından; Ülkemiz ile -------- arasında mahkeme kararlarının tenfizine ilişkin ikili veya çok taraflı adli işbirliği anlaşması bulunmadığı, --------- Bakanlığı'ndan alınan 20/10/2022 tarihli yazıda, teamül hukuku uyarınca, Türk mahkeme kararının, tanınma için belirtilen şartları taşıması ve belirli veya tahkik edilebilir para miktarına ilişkin olması halinde, --------- ilamlı alacaklının ilamlı borçluya karşı bir teamül hukuku davası başlatması suretiyle, genel olarak icra edilebileceğinin bildirildiğinin iletildiği, bu halde, ---------- ile aramızda ilamların tenfizine ilişkin bir anlaşma olmamasına rağmen, kanuni ve fiili karşılıklılığın esas alınması gerektiği, 03/07/2023 tarihli bilirkişi raporunun da aynı doğrultuda olduğu anlaşılmakla ülkemiz ile --------- devleti arasında karşılıklık ilişkisi bulunduğu sonucuna varılmıştır.Davalılar vekili ---------- Yüksek Mahkemesi'nde yapılan yargılama esnasında ve sonrasında verilen kararın...
hakemlerin hisse alım sözleşmesinden doğan uyuşmazlıkları karara bağlama yetkisinin bulunmadığını, bunun üzerine müvekkili şirketin hisse alım sözleşmesindeki tahkim şartına dayanarak hakem heyetine başvurduğunu, hisse alım sözleşmesinin yürürlüğe hiç girmemiş olduğunun ve davalının hisse alım sözleşmesindeki tahkim şartını ihlal etmiş olduğunun tespitini ve bunun için müvekkiline tazminat ödemesine hükmedilmesini talep ettiğini, davalının bu davada önceki tahkim kararın kesin hüküm teşkil ettiğinden itirazda bulunduğunu, ancak ICC Hakem Mahkemesinin 12/05/2014 tarihli ve 18628/GZ/GFG sayılı hükmünde, ön anlaşma hakem heyetinin hisse alım sözleşmesine ilişkin uyuşmazlıklar hakkında karar vermek suretiyle yetkisini aştığını tespit ederek ayrıca hisse alım sözleşmesi ile ilgili uyuşmazlıklar bakımından münhasıran kendisinin yetkili olduğunu hükme bağladığını, davalının lehine verilen ve hatalı olan hekem kararını her an Türkiye'de icra ve infazına teşebbüs edilebileceğini ileri sürerek, tanınma...
Bu hali ile mahkemece hükme esas alınan raporun ticari defter ve kayıtlar arasındaki farklılıkları dosya kapsamındaki delil ve olgulara dayalı olarak temellendirmesi, davalı kayıtlarına üstünlük tanınma nedenine dair izahatın taraf ve yargı denetimine elverişli olması ve mahkemenin 2014/1519 Esası üzerinden görülen davada da hükme esas alınan 11/12/2018 tarihli bilirkişi raporunu da teyit etmesi karşısında, ilk derece mahkemesince davacı alacağının bulunmadığı belirlemesi ile davanın reddine dair kararında usul ve esas yönünden bir yanlışlık bulunmadığı, davacı vekilinin istinaf sebeplerinin yerinde olmadığı değerlendirilmiştir....
Davalı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu kararın, davacı tarafın iddialarının aksine yerinde ve hukuka uygun olduğunu, verilen kararda herhangi bir eksiklik veya hukuka aykırılık bulunmadığını, Almanya Federal Cumhuriyeti tarafından verildiği belirtilen kararın yetkili ve görevli Türk Mahkemesi tarafından tenfizine ilişkin dava açılmadığını, bu sebeple açılmamış bir davanın bekletici mesele yapılmasının düşünülemeyeceğini, yurt dışında alınan boşanma kararının Türkiye'de tanıtıldıktan ve kesinleştirildikten sonra artık taraflardan birisi veya bu konuda yararı olan üçüncü şahıs mal rejimin tasfiyesi davası açabileceğini, mevcut durumda bir mal tasfiye davası açılabilmesinin mümkün olmadığını, yurt dışında alınmış bir boşanma kararının varlığının kabul edilse dahi bu boşanma kararının Türkiye'de tanınma ve tenfizi yapılmadığını belirterek, davalının istinaf başvurusunun esastan reddini istemiştir....
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Dava dilekçesinde, yurtdışında alınmış vasi atanmasına ilişkin kararın tanınma ve tenfizi istenilmiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Y A R G I T A Y K A R A R I Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Davacı dilekçesinde; eşi ...'...
İşbu nedenle işbu ihtarnamemizin tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde şirketin borçlardan ari aktif ve pasif ve demirbaşlarıyla (İstanbul - TUGS 1271 Tescil Limanlı, TC 4990 Tanınma İşaretli, Taşkent-2 isimli gezinti (tenezzüh) gemisi vasıflı gemi) muhatap şirkete devrinin ve muhatabın geri kalan ödemeleri için yeniden sözleşme yapılmasının sağlanmasını, bu hususun verilen süre içerisinde yerine getirilmemesi halinde 392.000 TL'nin başkaca ihbar ve ihtara gerek kalmaksızın bu 15 günden sonraki 10 gün içerisinde muhatap şirkete geri ödenmesini aksi halde yargılama yoluna başvurulacağı..." ihtar edilmiştir. Davalının alacağına konu iş mahkemesi dosyaları incelenmiştir. İstanbul Anadolu 10. İş Mahkemesi'nin 2012/286 E. sayılı dosyası; T5 vekili tarafından sunulan dava dilekçesinde özetle; 01/05/1984 tarihinde Taşkent Turizm Denizcilik Hizmetleri Tic. Ltd. Şti.'...
Uzlaşmaya varılması halinde, üzerinde uzlaşılan hakkın türünü, tanınma şart ve usullerini, nakdi ödemede bulunulacak ise miktarım ve ödeme şartlan ile taşınmazların tesciline veya terkinine dair muvafakati de ihtiva eden bir sözleşme akdedilerek bu sözleşme çerçevesinde işlem yapılır ve uzlaşma konusu taşınmazlar resen tapuya tescil veya terkin edilir." hükmü bulunduğu, davacının uzlaşma başvurusu olmaksızın açmış olduğu davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddinin gerektiğini, davacının ecrimlsil talebinin de yersiz olduğunu, dava konusu olayda ecrimisil talep etme şartlarının oluşmadığını, Yargıtay kararları doğrultusunda uygulamada, Medeni Kanun bakımından kötüniyetli zilyetlerin ödeyeceği tazminatın ecrimisil olarak adlandırıldığını, Yargıtay; 08/03/1950 tarih ve 1950/4 K sayılı İçtihadı Birleştirme Karan ile fuzuli işgalin bir haksız fiil sayılması gerektiğini ve bu sebeple ancak bir zarar meydana gelirse tazmin ettirilebileceğinin kabul edildiği, dava konusu olayda davalı idare...